Kaç gündür izliyordu.
Güneş, apartmanların camlarını
delerek gözlerine geldi.
Yaşamının geçici olmadığını, `sen
bir hiçsin` diyenlere hiç olmadığını kanıtlama maksadını güderek, yapması
gereken eyleminin ilk dilimine başlama zamanı geldiğine inandırmıştı kendini.
Şöyle de düşündü: ‘Mevcut tipim
ile yetinmemem gerek, keza ap ayrı bir kimliğe bürünmeliyim ki, ömrümün
geleceğe sarkan kısmının kararmasını önlemeliyim.’
İşte, karmakarışık düşüncelerin
hücumuna uğrayan adam ilerliyordu.
‘Göründü. Dolmuş durunca ben de
binmeliyim.’
Arkadaşım diye tabir ettiği, ya da
arkadaşı sandığı onun, koltuğa tek başına oturuşu, çimlerin üzerine çömelmiş
gibi geldi adama.
Sıcak.
Şimdi de güneş, dolmuşun kapalı
perdesini yırtarak içeri girdi.
Onun yanına oturmak istedi ama o
müsaade etmeyince, kapı kenarında oturan bayana sığındı. İşte burada, planının
bir parçasında değişiklik yapması gerektiğini anladı.
Artık koltukta yalnız. Öndeki
yaşlı kadının beddua vari şeyler mırıldanmasına karşın dolmuş soluyup gidiyor.
Bir tartışmadır başladı. Gürültü
yükseldi. Seslere kulak verince ücretini ödemek istemeyen birinin olduğu ortaya
çıkıyordu. Ücretini ödemediği sanılan adam suçlamayı kabul etmiyor, daha bir
heyecan oluşturarak olayı genişletiyordu. Belli, suçsuzluğunu kanıtlamaya
uğraştığı gözlerinden okunuyordu.
‘Ne var bunda,’ dedi genç adam, ‘bırakın
ben ödeyeyim. Altı-üstü bir dolmuş ücreti değil mi? Müsaade edin ben ödeyeyim’
diye tekrarladı sözlerini.
Dolmuştakiler genç adama döndüler.
Ama adam verdiği sözü yerine getirmiyordu. Sonra daha çağdaş olmalıyım
düşüncesi güderek başka bir ifade ile sözlerini tekrarladı: ‘Altı- üstü, dedi,
bir dolmuş parası...’
Elini cebine götürdü, boş çıkardı.
Kaptan döndü, ‘altı üstü,’ dedi
sinirlice.
Sözlerinde adama sitem vardı.
Durdu.
Birkaç dakika sonra ilerledi.
Genç adam mevcut haleti ruhiyesinden
sıyrıldığında, bilmediği bir güdü geri bakmasını sağladı. Eyvah, arkadaş
bildiği yerinde yoktu. Muhayyilesini yokladı: Nerede ve ne zaman inmişti? Dolmuş
nerelerde durmuştu? Kaç durak geçmişti.
Çıkaramadı.
`Olsun,` dedi adam, `ben de burada
inerim, Allah’ın başka gönü yok değil ya, bakarsın yarın yine karşılaşırız.`
İndi.
Koynundakileri yokladı.
Duruyorlardı.
`Bana ağırlık veriyorlar,` diye
geçirdi içinden. ‘Yitirdim onu. Bunlar elimde kaldı. Bari tez zamanda çıkarsam
elimden. Kuruyacaklar, dökülecekler, yok olacaklar. Bir sıklettir çöktü
ortalığa. Ceketimi çıkarsam mı acaba? Merhametten yoksun adamlar. O, iniyor,
sen de in, demedi kimse. Aslında çoğu biliyordu arkadaşım olduğunu. Kıskandıklarından
demediler bence. Alçak adamlar. En azından işaret edebilirlerdi. Demokratik
olmayan uygarlık gerisi adamlar. Taş devrinin adamları. Ama o masumdur. Aslında
masum diye birinin varlığını tabir etmek te güç ya. Hoş.’
Ne kadar sıcak olursa olsun.
Güneş, dikilsin tepeme, herkes gibi beni de terletsin. Yine de ceketimi
çıkarmam. Yaz ve kış, gece ve gündüz. Ceketi çıkarmamak, kıravatla yatmak… Ah
böyle kural olsa... Saygınlık. ’
Çukura düşmüş. Üzeri berbat
olmuştu.
Evde.
Annesinin azarı var. Babasının
saldırması.
Yapayalnız. Kaldırımlarda
gecelemiş boynu bükük çocuk gibi.
En yakın dostunun kim olduğunu
düşündü. Bir bir sevdiklerinin isimlerini saydı. Anılarına müracaat ettiğinde
ilkokul yıllarına kadar varabildi. Öncesi karışık, sisli. Uzaklardaki toz
bulutu gibi. En sevdiğinin yakınlarda vefat eden arkadaşı olduğunu bildi.
Eli, vefat eden arkadaşıyla bağı
olduğu sigarasına uzandı. Yakmadan önce, avucunda şöyle bir ileri geri götürdü.
Tütünün 12. yüzyılda keşfedildiğini de vefat eden arkadaşından öğrenmişti.
‘Canım arkadaşım, dedi sonra, bana neler öğrettin neler? Öncenin insanları
nasıl yaşarmış seni içmeden? Romanın askerleri nasıl savaşmış yıllarca seni
içmeden? Cengizhan’ın kahramanları Çinlilere nasıl karşı koymuş sensiz?’
‘Amca, dedi çocuk,’ açık
pencereden başını göstererek.
‘Ne, diyorsun,’ dedi gayet nazik.
‘Annem kıravatı istiyor.’
‘Ne yapacakmış,’ dedi kahırlıca.
‘Yıkayacakmış.’
`Toplanan cinlere bereket….` Adam
böyle düşündü ve mırıldandı. Peşinden dudaklarını araladı ve bir şeyler
söyleyecekmiş gibi yaptı ama söylemedi.
Amcamın gülümsemesi bu imiş, diye
düşündü çocuk.
`Hayır, veremem, kıravatımı
kimseye veremem. Ben çağdaş insanım, kravatsız yapamam...`
Az sonra bir baş daha uzandı
camdan.
‘Güvenmiyor mu diyor annem?’ dedi
çocuk?
‘Hayır, güveniyorum ama kurumaz.’
‘Çabuk kurur,’ dedi konuşmalara dâhil
olan kadın başını uzatarak.
-----------------------------------------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder