27 Aralık 2014 Cumartesi

* YASADIŞI

Kaç gündür izliyordu.

Güneş, apartmanların camlarını delerek gözlerine geldi.

Yaşamının geçici olmadığını, `sen bir hiçsin` diyenlere hiç olmadığını kanıtlama maksadını güderek, yapması gereken eyleminin ilk dilimine başlama zamanı geldiğine inandırmıştı kendini.

Şöyle de düşündü: ‘Mevcut tipim ile yetinmemem gerek, keza ap ayrı bir kimliğe bürünmeliyim ki, ömrümün geleceğe sarkan kısmının kararmasını önlemeliyim.’

İşte, karmakarışık düşüncelerin hücumuna uğrayan adam ilerliyordu.

‘Göründü. Dolmuş durunca ben de binmeliyim.’

Arkadaşım diye tabir ettiği, ya da arkadaşı sandığı onun, koltuğa tek başına oturuşu, çimlerin üzerine çömelmiş gibi geldi adama.

Sıcak.

Şimdi de güneş, dolmuşun kapalı perdesini yırtarak içeri girdi.

Onun yanına oturmak istedi ama o müsaade etmeyince, kapı kenarında oturan bayana sığındı. İşte burada, planının bir parçasında değişiklik yapması gerektiğini anladı.

Artık koltukta yalnız. Öndeki yaşlı kadının beddua vari şeyler mırıldanmasına karşın dolmuş soluyup gidiyor.

Bir tartışmadır başladı. Gürültü yükseldi. Seslere kulak verince ücretini ödemek istemeyen birinin olduğu ortaya çıkıyordu. Ücretini ödemediği sanılan adam suçlamayı kabul etmiyor, daha bir heyecan oluşturarak olayı genişletiyordu. Belli, suçsuzluğunu kanıtlamaya uğraştığı gözlerinden okunuyordu.

‘Ne var bunda,’ dedi genç adam, ‘bırakın ben ödeyeyim. Altı-üstü bir dolmuş ücreti değil mi? Müsaade edin ben ödeyeyim’ diye tekrarladı sözlerini.

Dolmuştakiler genç adama döndüler. Ama adam verdiği sözü yerine getirmiyordu. Sonra daha çağdaş olmalıyım düşüncesi güderek başka bir ifade ile sözlerini tekrarladı: ‘Altı- üstü, dedi, bir dolmuş parası...’

Elini cebine götürdü, boş çıkardı.

Kaptan döndü, ‘altı üstü,’ dedi sinirlice.

Sözlerinde adama sitem vardı.

Durdu.

Birkaç dakika sonra ilerledi.

Genç adam mevcut haleti ruhiyesinden sıyrıldığında, bilmediği bir güdü geri bakmasını sağladı. Eyvah, arkadaş bildiği yerinde yoktu. Muhayyilesini yokladı: Nerede ve ne zaman inmişti? Dolmuş nerelerde durmuştu? Kaç durak geçmişti.

Çıkaramadı.

`Olsun,` dedi adam, `ben de burada inerim, Allah’ın başka gönü yok değil ya, bakarsın yarın yine karşılaşırız.`

İndi.

Koynundakileri yokladı.

Duruyorlardı.

`Bana ağırlık veriyorlar,` diye geçirdi içinden. ‘Yitirdim onu. Bunlar elimde kaldı. Bari tez zamanda çıkarsam elimden. Kuruyacaklar, dökülecekler, yok olacaklar. Bir sıklettir çöktü ortalığa. Ceketimi çıkarsam mı acaba? Merhametten yoksun adamlar. O, iniyor, sen de in, demedi kimse. Aslında çoğu biliyordu arkadaşım olduğunu. Kıskandıklarından demediler bence. Alçak adamlar. En azından işaret edebilirlerdi. Demokratik olmayan uygarlık gerisi adamlar. Taş devrinin adamları. Ama o masumdur. Aslında masum diye birinin varlığını tabir etmek te güç ya. Hoş.’

Ne kadar sıcak olursa olsun. Güneş, dikilsin tepeme, herkes gibi beni de terletsin. Yine de ceketimi çıkarmam. Yaz ve kış, gece ve gündüz. Ceketi çıkarmamak, kıravatla yatmak… Ah böyle kural olsa... Saygınlık. ’

Çukura düşmüş. Üzeri berbat olmuştu.

Evde.

Annesinin azarı var. Babasının saldırması.

Yapayalnız. Kaldırımlarda gecelemiş boynu bükük çocuk gibi.

En yakın dostunun kim olduğunu düşündü. Bir bir sevdiklerinin isimlerini saydı. Anılarına müracaat ettiğinde ilkokul yıllarına kadar varabildi. Öncesi karışık, sisli. Uzaklardaki toz bulutu gibi. En sevdiğinin yakınlarda vefat eden arkadaşı olduğunu bildi.

Eli, vefat eden arkadaşıyla bağı olduğu sigarasına uzandı. Yakmadan önce, avucunda şöyle bir ileri geri götürdü. Tütünün 12. yüzyılda keşfedildiğini de vefat eden arkadaşından öğrenmişti. ‘Canım arkadaşım, dedi sonra, bana neler öğrettin neler? Öncenin insanları nasıl yaşarmış seni içmeden? Romanın askerleri nasıl savaşmış yıllarca seni içmeden? Cengizhan’ın kahramanları Çinlilere nasıl karşı koymuş sensiz?’

‘Amca, dedi çocuk,’ açık pencereden başını göstererek.

‘Ne, diyorsun,’ dedi gayet nazik.

‘Annem kıravatı istiyor.’

‘Ne yapacakmış,’ dedi kahırlıca.

‘Yıkayacakmış.’

`Toplanan cinlere bereket….` Adam böyle düşündü ve mırıldandı. Peşinden dudaklarını araladı ve bir şeyler söyleyecekmiş gibi yaptı ama söylemedi.

Amcamın gülümsemesi bu imiş, diye düşündü çocuk.

`Hayır, veremem, kıravatımı kimseye veremem. Ben çağdaş insanım, kravatsız yapamam...`

Az sonra bir baş daha uzandı camdan.

‘Güvenmiyor mu diyor annem?’ dedi çocuk?

‘Hayır, güveniyorum ama kurumaz.’

‘Çabuk kurur,’ dedi konuşmalara dâhil olan kadın başını uzatarak.


-----------------------------------------------------------

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder