Fahri telefon etti.
Mehmet’i yine bulamadım, dedi
Fahri.
Sonra Fahri ile buluştuk.
Mehmet’i bulamadım, diye yineledi.
Sakin ve sessiz.
Son gördüğümde parkta dolaşıyordu,
dedim.
Mehmet, düzenlice bir masaya
oturdu, dedim Fahri’ye. Ben de oturdum.
Gölgeler uzuyordu.
Sırtında ter, cebinde kâğıt ve
kalem vardı, dedim.
Evet, dedi Fahri, başka ne vardı
cebinde?
Bir de ekmek vardı, dedim.
Bir an için içimin titrediğini
sandım o bayat (olduğunu bilmiyorum) ve kuru ekmeği yerken.
Kurumuş bir yaprak iriliğinde
pide.
O an, yalnızca onun aydınlık
yüreğini gördüm. Bir de kararan akşamın okşadığı kızıla çalan morumsu ağaçları.
Dönüşte yanlış dolmuşla uğurladı
beni Fahri.
İyi de oldu.
Görmediklerimi gördüm, tanımak
istediklerimi tanıdım.
Yolda Musa’nın kardeşini gördüm.
Hani şu İngiliz kız. Sarah’ın
Musa’sı vardı ya, onun kardeşi İsa.
İyi de oldu. Dünya gözüyle görmek
istediklerimdendi. Filimlerde ve resimlerde görmüştüm. Ben filimleri ve
resimleri düş gibi sayarım. Kimi insanlar vardır görmeden sevdiğim. Benimle
aynı pastayı paylaşır gibiler, telefonlarda, mesajlarda.
-----------------------------------------------------------
-----------------------------------------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder