a
Ben istiyor muydum ki yağmasını?
Demek sen istemiyordun yağmasını?
dedi çocuk.
Dedi ama bir büyüğün, bir olgun
adamın bakışlarını yüklendi de söyledi bunları. Görmüş/geçirmiş derler ye, işte
öyleydi çocuk. Bir ürkeklik, bir utangaçlık yoktu bakışlarında.
Babam gözlerini ayırdı.
Ayırsın, diye düşündü çocuk. Ama
gerçekti itirazları (yakınması belki de). Sen dede misin ki, dedi.
Torunu Ömer, hem bu cümleye itiraz
etti, hem bilmediklerine.
Biliyorum dedesin, en azından
benim dedemsin.
Seni çok severim diye, yaşlı adamı
kucakladı.
Dede, dedi sonra, bana öyle
geliyor ki sen rol yapmıyorsun.
Babam, içinin şiddetle çarptığının
farkına vardı.
Çocuk, yaramazlığına eşlik eden
bir korkunun varlığını bu yaşta akledemezdi.
b
Babamın sıkça rastlanan sinirli
hali başlamıştı.
Annem beni kayırdı: Nedir senden
çektiği bu oğlumun dedi yaşlı annem.
Evet, bunları annem söyledi,
söylerken çalımını bir görsen, sanki dövecekmiş gibiydi babamı.
Ne yani amcam her hafta seni
ziyarete mi gelecek dede dedi, Ömer.
Annemi doğrularcasına söyledi
bunları henüz reşit olmamış çocuk.
Gelmeseydi dedi babam, kahırlı ve
sinirli.
Annem dedi ki: Öyle söylemesi
kolay, geldiğinde gözlerin yanıyor. Bulunanı yemiyorsun, nasıl desem,
kibirlisin. Sana yemek getiriyor. Kış bastıracak. Eylülün ilk üç haftasının üç
pazarı seni iknaya geliyor, ama nafile. 1’nci pazar, 2’nci ve 3’ncü pazar geldi
ve gidecek.
İşte annem bunları söyledi babama.
Dedi ama ben sözlerinin askıda
kaldığını sanıyorum.
.
Çocuk bu ya. Yine muziplik peşinde:
Dede dedi, bana öyle geliyor ki sen bu defa rol yapıyorsun. Sen böyle düzen kur
bakalım ne olacak.
O, dediklerini bilmem ben, dedi
babam torununa.
.
Bilemezdim ki yağmurun birden
bastıracağını.
Ne yani, sanki yağmur gördüğün mü
vardı ki! dedi içimdeki ses.
Kaç gündür (aydır) yağmur
görmüyorsun sahi.
Dört aydır dedim.
Yüz yirmi gün mü?
Evet.
İstersen geri dön, gideceğin
yerden, ev daha yakın.
Hayır dönemem.
Neden?
Eşeğe binmek ve inmek. Ayıp üstüne
ayıp.
Öyle düşünme? Şunun için dönemem
de!
Söyleyeceklerini biliyorum.
c
Toprak lime lime olmuş.
Yarılmış mı demek istiyorsun,
dedim.
Evet. Hem buna felaketten ziyade
rahmet nazarıyla bak sen, dedi.
Olur, dedim.
Nereye gidiyorsun, dedi?
Kız kardeşimin köyüne.
Ne yapacaksın?
Kente, evime dâhil olabilmem için
başka seçeneğim yok. Oraya kadar yürümeliyim. Sonra da vasıta ile şehre dâhil
olurum.
d
Yoldayım.
Keşke çıkmasaydım, dedim kendi
kendime.
Ne yani, dedi içimdeki ses, sen
rahmete karşı mı geliyorsun?
Gelmiyorum ama… diyemedim.
Dedin işte dedi ses, ben duydum
dediklerini. Böyle anlarda insan direnme iradesini kaybediyor. Senin iradeni
kaybedeceğini sanmazdım. Yanılmışım. Net olmasa bile, azar azar kaybediyorsun
gücünü. Sonunda sönük bir şeyler kalıyor irade namına. Tortu gibi bir şey.
Üzümün tortusu.
e
Sağanak dedim, geçer şimdi.
Hem öyle düşünme, belki geçmez.
Geçmez mi? Ne kadar sürer.
Karanlık basıncaya kadar.
Karanlığa iki saat var. Bu yağmur
iki saat sürer mi, dersin;
Bence öyle.
Ne biliyorsun?
Gaybı kimse bilemez, benimki
tahmin, yanılacağımı da sanmıyorum.
O zaman afet olur.
Hayır olmaz. Rahmet olur.
f
Baktım ki… Önce kuzeye döndüm,
dağların üzerinden siyah bulutlar geliyordu.
Hayır, öyle denmez,
Ya, nasıl denir?
Denir ki, kuzeye döndüm ve başımı
kaldırdım, rengi rahmete dönen bulutların mavi bir sağanağı üzerime
gönderdiğine şahit oldum.
Katılıyorum.
g
Bodur bir ağacın duldasına
(altına) girdim.
Baktım olmadı.
Yağmur hışmını artırıyordu.
Ağacın kalbine iyice sokuldum.
Beni daha güzel sakla diye ona yalvardım.
Yine olmadı.
Kanatlarını benden esirgedi.
Başıma düşen damlalar arttı.
Saçımı sıvazladım, bir avuç su. Sırtımdaki senelerin tişörtü görevinden itina
ederek zınarmaya başlamadan yeni formülü uygulamayı düşündüm. Uzaklığı yedi
metreyi geçmeyen önümdeki yolun altındaki sık yapraklı, gür ağaçların altının
daha güzel olacağı.
Fakat iyice hızını artıran
yağmurun yedi metreyi aşmama izin vermeyeceğini sanmadım ve kararan bu akşam
öncesi yolda oluşan sellerin beni yolun enine değil de boyuna sürükleyeceği
bilinci ben de yer etti.
Mahsur kaldım, düşüncesinin
oluşmasına izin veremezdim.
Niye mahsur kalacakmışım ki, diye
içimdekini kovmaya çalıştım.
Aferin işte bu ben değildim. Ben
sana iyilikten gayrısını düşünmem. İşte böyle metin ol ve vesveseye kürek
sallama!
h
Neden ve niçinini şu anda bile
araştırmaya cesaret edemeyeceğim, dudaklarımda beliren gülümseme, azalarıma
giren metanet akabinde oluşan istemdışı hareketle ayaklarımı, yolda biriken suyun
önünde gider buldum. Yağmur bütün heybetiyle devam etse de tşörtümü,
pantolonumu ve ince ayakkabımın rengini yok edecek kadar ıslasa da,
ayaklarımdaki çorap kupkuru ve azalarım sımsıcaktı.
Ses: Bütün hışmıyla yağan yağmurun
altında yürüyorsun, ezikliğinin yok olduğunu ve ürperti duymama nedenini
araştırmayacak mısın?
Neticeyi bilsem, bana yararı mı
olacak sanki?
Olmayacak.
Öyle ise neden araştırayım, neden
neticenin nasılını, niçinini merak edeyim?
Yolda mahsur kalmış insanlar,
eşyalar, arabalar ve hatta hayvanlar gördün, sen onların üzerine basarak
geldin. Bunları da mı merak etmiyorsun?
Hayır.
Eşyanın niçinini merak etmemeyi
sana kim öğretti? Tahsilin mi?
Hocamdan ve dualarımdan
yakaladığım bilgilerin üzeri küllenmişti. O açıldı.
Kim yardımcı oldu?
Sen.
Peki, teşekkür etmeyecek misin?
Hayır.
Ama neden?
Sen aracısın ve vekilsin.
Vekil olmayana ediyor musun?
Evet.
ı
Ayakkabılarım zaten ıslandı.
Adımlarımın yerden topladığı çamurların ayakkabılarımı bırakmaya niyeti yok.
İki ileri ve bir geri gidebiliyorum.
.
Kız kardeşimin evi göründü.
Banyo yapmam gerekiyor. Enerjileri
var mı acaba?
Sıcak su enerjisini mi kastettin?
diyor ses.
Evet.
Var.
İşte gördüm, damda.
Ama…
Aması ne?
Aması, enerji damın kenarında,
ağaçların altında, umulur ki sıcaklığını korumuştur.
k
İlk önce kız kardeşimi görüyorum.
Kızlar nerde?
Geliyorlar.
Sevgili yiğenlerim, diyorum
onlara.
İşte ben.
Sırtımdan tişörtü çıkarıyorum.
Ayşegül sıkıyor.
Ne kadar da ıslanmışsın, dayı
diyor Zeynep.
Tişörtten çıkan sulara kedi
bakıyor. Ahırdan ineğin homurtusu geliyor.
İnek, üzerine dökülen soğuk yağmur
suyundan hiç te memnun değil. Rahatsız olduğunu ikinci, hatta üçüncü kere
homurdanarak belli ediyor.
İnek rahatsız oldu, diyorum.
İnek değil, tosun diyor kız kardeşim.
Hayvan da rahatsız olur muymuş,
diye itiraz edecek oluyor komşu Dozer Ahmet.
Olur, diyorum.
Sözlerimi onaylarcasına ahırdaki
hayvan yeniden bağırıyor.
Ben yine kızlara dönüyorum, çünkü
onların yardımlarına muhtacım.
İşte ben. Durumum nasıl sizce?
Hasta olacaksın, diyor kız kardeşim. Banyo yapmamı öneriyor.
Sevgili yiğenlerim, diyorum
kızlara ikinci kez.
Sizden ayrı bir kan taşımıyorum.
Sırılsıklamsın, dayı, diyorlar
aynı anda.
Evet, öyle, diyorum, cebimden bir
avuç yağmur suyu çıkardıktan sonra. Bana yardım eder misiniz? Kimsenin emeğini
yemem ben.
Ne demek dayı, diyor Ayşegül?
Sevgili dayıcığım, diye sarılıyor
Zeynep sırılsıklam olmamı umursamadan;
Eniştem nerde, diyorum.
Evde, diyor ses söze dalarak.
Ben de biliyorum evde olduğunu.
Kız kardeşime sordum, sana değil.
.
Biliyorum bunları yazacaksın.
Ne biliyorsun?
Not almandan biliyorum.
Not almıyorum ki!
Not almayı yalnızca defter kalem
kullanarak yapılır sanıyorsun. Düşünüyorsun ve yazacaklarını beynine
şeritliyorsun. Ama yanlış başladın.
Nasıl başlamalıydım?
Şöyle başlamalıydın: Gökyüzünün
kuzeyini kurşuni bulutlar kaplasa da güneydeki dağın üzerinde beyaz bulutlar
yükseliyordu.
Diye başlamalıydın. Yine de seni
kutluyorum.
Nedenmiş o?
Yıllardan beri yazarsın, ne böyle
gerçek bir konuya girdin, ne de uzun yıllara sarkıtabileceğin böyle bir hatıran
oldu.(Olmadı.)
.
Kimsenin yaptığım tasvirime karşı
çıkacağını sanmıyorum.
Burada iyi bir giriş yapalım;
güneşin doğuşu, açık tepeler, sabahın serinliği, kuş cıvıltıları beraberliğinde
içindeki çocuk sevinciyle yürüyordu. İçimdeki birbiriyle çekişen garip duyguları
uzaklaştırmış/ sıyırmış değildim.
Sana ihtiyacım yok, diyorum
şiddetini yitirmeyen yağmura bakarak.
Şimdi mi?
Hayır. Her zaman.
Eylül / 2005
-----------------------------------------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder