İçindeki çekişme ile karşı
karşıyadır.
Ruhundaki boşluğu görür gibi
oluyorum. Bu, yüzünden belli.
Mutsuzluğunu biliyorum. Önünde mutlu bir yaşamın olduğu müjdesini benim vermem
olmaz. İstiyorsa verebilirim ama… Hoş. Kendinin anlayabilmesi daha bir önemli.
Kendini zorlasa… Gururunu bir tarafa atsa… Öyle demek istemedim: Tabi ki ayakaltına
atacak değil gururunu. Diyordum ki, evet söylediklerimi uygulasa huzuru
yakalar. Aksi halde bunalım kaçınılmaz olur. Böylelerinin bunalıma girdiğini ve
sonrası.... İntihara kadar uzanan
hikayelerini bilirim. Beni, günlerdir uğraştırmaya ne gerek vardı sanki?
İstiyorum ki… Şimdiye kaynaşmış olurduk. O kadar da değil. Tanıyorum canım.
İsmini bile biliyorum. Beni kim tanımaz, kim bilmez ki, o bilmesin!
Kalktı.
İlerideki fötrlü adamın yanına
oturdu. İçindekilerin alenice boşaltılması gerekliliğini sanan adam kendi
kendine – ama yanındakinin de duyabileceği kadar- söylendi durdu: ‘Bakın
karşıdakilere, nerede ise ruhları donuklaşmış. Mezara gidecek adamlar. Kim
bilir evde ne huysuzluklar yapıyorlar? Şuram ağrıyor, yok efendim ben bunu
yemem. Yemek beğenmemek, nimete itiraz… Ağrır tabi, hareketsiz durursanız,
olacağı bu. Yaşıtlarından kalan mı var? Ya mezardalar, ya hastanede, ya da
huzur evinde. Bre adamlar, siz yaştakiler camilerde tespih çekiyor.’
Söylenmesinin burasında fötrlü adam
kendine baktı. ‘ Ne bakıyorsun, dedi adama, ’ ‘ Sen neden tesbih çekmeye gitmiyorsun’.
Algıladı bu bakışı.
‘Ben gitmiyorum. Yaşım genç.’
‘Genç mi?’ dedi şaşkınca.
Ekledi: ‘ Ne zamandan beri
yetmişlikler genç sayılıyor?’
Kısık bir sesle: ‘ Hadi mezara
deseler, itiraz edecek mecalin kalmamış.’
Söylediklerini, yaşlı adam duysa
da, yaşına binaen anlamadı.
‘İşte bak. Şu karşıdaki çıplak
kafalı, kel herif. Sürekli ayakta. Sanki bir saraya dikilmiş anıt. Süleyman
Mabedine anıt yerine diksen itiraz etmez. Hoş ya, itiraz edecek mecali mi
kalmış ki? Antik çağlardan kalma bir tavrı var.’
Kalktı.
Bunalıma yakalanmasına ramak
kaldığını iddia ettiği, henüz tanışma fırsatı bulamadığı, ama arkadaşım diye
tabir ettiği kadının yanına oturdu.
Henüz tanışamadığı arkadaşının
yüzü alayvari gülümseme ile kaplandı. Şimdi, alaylı gülümseme yerini acıya
bıraktı.
Tuhaf bir tedirginlikle adama
baktı.
‘Daha medeni, daha çağdaş olamaz
mısın?’ Dedi.
‘İçindeki boşluğu görür gibi
oluyorum.’
‘Bırak bunları. Yaşama gücüme müdahaleye
hakkın var mı?’
‘Var.’ Demeli miydi acaba? Demedi.
Doğrusu, ne konuşacağını bilmiyordu.
Bilinen, bir cümle söylemişti:
‘Dilerim nasip olmaz.’
-----------------------------------------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder