Kafasında bir sürü düşünceler
vardı. Elvanı çeşit düşüncelerdi bunlar. Her bir düşünceyi önce dizginlemeli,
sonra sayısını bulmalı, sonra çevresindekileri toplamalı, sonra da önüne katıp,
arkasına düşmeli, en küçüğünden başlamak üzere her birini uygulama alanına
koymalıydı.
Yağmur hızlandı.
Soğuktu.
Daha da soğuyacaktı. Hava
sislenecek, kararacak. Cebe sokulmayan eller buyacaktı. Oysa kendinin, ne doğru
dürüst elini sokacak cebi, ne de giysinin bir yerlerinde gizleyebileceği deliği
vardı.
Yağmur yavaşladı.
Esinti başladı.
Kırmızıya çalan yağmurlu sel
suları, yağmurun yavaşlamasına inat hızlandı. Arabalar metrelerce uzağa,
kaldırımdan giden şemsiyesiz adamların üzerine pis su sıçrattı, arabalar sel
sularına gömülecekmiş gibi oldu.
Işıklar yandı.
Köşede oturan dilenci kadının yüzü
parladı. Yaşlı değildi kadın. Döndü ve tanımış gibi olduğu bu kadına yeniden
baktı. Ama şimdi yüzünü ince peçeyle kapamıştı kadın. Yüzü yağ çalınmış gibi,
yağlı güreş yapan pehlivanların sırtı gibiydi. Tanıyor muydu?
‘Nereden tanıyacağım ki,’ diye
geçerdi içinden. Buralarda yapardı satıcılığı. Arabasının duldasına sığındı, bu
eylemi onun daha fazla üşümesine sebep oldu. Bir ara, portakal var, elma var...
diye bağırası geldi içinden; bağırmadı. Yeniden kadına bakamıyordu. Utanıyordu,
mahcupluğu engeldi buna. Genç kadın başka, kendinin bilmediği, bilip de
tanımadığı mahalleden gelmişti. Uzak bir mahalle olmalıydı. Bu muhakkaktı. Bir
kez daha baktı, ama bu istem dışı bir bakıştı. Utandı; bu bakış sayılmamalıydı,
çünkü aradığını bulamamıştı bu bakış sonrasında. Kaçamak bir bakıştı sanki.
Sanki hiçbir şey görmemişti baktığı halde. Çok şey görmüştü, ama (aradığını)
görmemişti işte. Kafasını (beynini) açtı, kadının resmi önündeydi, ama tam net
değildi. İstem dışı bir bakış neticesi ancak böyle olabilirdi.
Çömeldi.
Kafasını (beynini) önüne aldı.
Gördüklerini gözleri gerisine getirmeye çalıştı. Oldukça başarılı görüntülerdi
beyninin algıladığı, beyin keseciklerine yerleştirdiği buslu görüntüler. İyice
(herkesten başka) baktığında, kundağa sarılı nesneye göğsünü emziriyor süsü
verdiğinin bebek olmadığının farkına vardı. Genç kadın boşuna göğsünü rezil
etmişti ona buna. Adam, şimdi karnının sızlamasını, bağırsaklarının kuruduğunu,
birbirine yapışacakmış gibi olduğunu, dahası kalbinin gümbürtüsünü... Velhasıl
bu görüntü ona açlığını bile unutturmuştu.
Oturur tabi.
Son bakışında, onu muhakkak
tanıdığını, zaten kendinin de böyle düşündüğünün...
Gördükleri sisli.
Gördükleri bozuk.
Bir kez, ama son kez, bakabilir
miydi?.. Hayır. Ama son olacaktı. Hayır, kolay kolay bakamazdı.
Döndü. Oysa gürültüye çevirmişti
başını. Başı döner gibi, bedeni titrer gibi oldu. Sanki bir elektrik çarpması
neticesinde şoka girmişti.
Kendi kendine söz verdi, içinden birçok
yemin çeşidini sıraladı, çünkü eyleminden vazgeçmeye yönelikti bu düşünceler.
Acaba vazgeçerse hangi yemin çeşidini yerine getirmeliydi. Kişinin
düşüncesinden vazgeçmesi yemin mi sayılıyordu?
Neden vazgeçmesin ki? Şu yalan
dünya kendinden başka daha milyonlarca aç insan barındırıyordu. Tek olup da bir
o kadar da aç insan vardı.
`Açgözlü insanları dünyanın...`
Mutluydu.
Kendisinin; ikincisi olan tamah
insanların safında olmadığından mutluydu.
Kadının bindiği ya da bindirildiği
araba hızla uzaklaştı. Caddenin sonundaki köşede küçüldü sonra araba. Sağa
döneceğinin belirtisi olan arka farını yaktı. Kırmızı ışıklı küçük lambada, ya
arabanın uzaklaştığından, ya da sise gömüldüğünden kayboldu.
Bitmedi daha.
Her şey bitti derken birçok şey
yeniden başladı.
Gözlerini yumdu, açtı. Uykudan
kalkan bir çocuğun yaptığı gibi gözlerini ovdu. Hafızasını zorladı. Son üç-beş
dakika öncesinin görüntüsü ağır çekimli bir film gibi gerisin geri geldi.
Şimdi kadın köşede oturuyordu.
İyice bakmalıydı.
Görüntüleri ayıklamalı, seçmeliydi.
Kucağındaki bebek değil, tıpa tıp bebeğe benzeyen, bebek kopyası bir maketti.
Göğsünü açmış maketi emziriyordu.
Yağmur ince ince yağsa da, kadın
ıslanmıyordu, rüzgârın estiğinde üşümediği gibi.
Bu yüzü tanımaması imkânsızdı.
Acaba o da kendini tanıyor muydu?
‘Hiç sanmıyorum’ diye iç çekti sonra. ‘Kendi âleminden çıkıp beni tanıması imkânsız.
Çokça arabamın duldasında eğlenmiştim. Hem sesimi çıkarmadım... Buraya
geldim...’
‘İyi ki evlenmemişim bu kadınla,’
diye düşündü sonra. ‘Hoş. Verdiler miydi ki? İyi ki vermediler.’
Emzirme süsüyle boşuna göğsünü
rezil etmişti.
Sonra genç kadını ellerini getirdi
önüne. Ellerini ve parmaklarını. Bir dilenci kadının ellerine benzemiyordu bu
eller. Nasırlı olurdu dilenci kadınların elleri. Kertenkele sırtı gibi oludu
sonra. Salatalık yavrusu gibi uzun parmakları gördü hayellediği ellerde.
"Denizin dibinde geziyor gibi" ydi bu eller ve parmaklar.
Bu imkânsızdı.
İmkânsız gibi olan oluyordu işte.
Genç kadını arabaya binerken de
düşündü: Rüzgârın aniden esmesi neticesinde oldu işte olmaması gereken.
Genç kadın bir anlık dalgınlığının
kurbanı oldu.
Bir anlık dalgınlık.
Onu ele verdi, rüzgârın aniden
eserek bu gencecik bedende yalancıktan duran çarşafın düşmesi.
O, arabaya eğildi.
Arabanın kapısını açan maganda
tipli adamın (ki bu adam çocukluk arkadaşıydı.) kadının eski kocasının katili
olduğundan şüphesi yoktu şimdi.
------------
Kadın da katillerdendi.
-----------------------------------------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder