“Olay seneler önce karşı dağın
eteğindeki köyün yakınlarında oluyor,” diye söze başlıyor orta yaşlı adam. “Ermeni
ihtiyar arkeologdur. Ermeni, definenin yerini biliyor. Çantasındaki define
yerini bulabileceği harita ve diğer araç, gereci yanından ayırmıyor. Günlerce
bir köy evinde misafir kalıyor yaşlı adam. 3,5 sene. Ev sahibi define meraklısı
biri. Birlikte antik çağa ait çok şeyler buluyorlar. Bunlar, yüzükler,
bilezikler, paralar ve o çağın insanının yaşamı için gerekli araç-gereçler. Bulduklarını
Ermeni’nin çantasında saklıyorlar.
Üç buçuk senenin sonunda arkeolog
Ermeni; ‘güvenirliliğimi ispatladım
artık.’ düşüncesinde.
Buluntularla ayrılıp ülkesine
giden ihtiyar, günler sonra paralarla dönüyor. Dönüyor çünkü aradığı başkadır.
”
--------------
Orta yaşlı adam, tepeye çıkmış,
sırtını dağa vermiş, sigarasını yakmış, yönü kuzeydeki kasabaya dönük, garip
duygular içindedir.
İçindeki ikilemle tartıştığı ve
bundan da galip çıkmanın sevinci gözlerinden okunan adam, ev bulabilme sorununu
yarı yarıya çözen Mitad’a bakıyor.
Ömer’in dudakları tebessüm
taşıyor.
“ Şu define olayının kalanını
anlatmanı istiyoruz senden. “ diyor Mitad.
“ Peki, anlatayım,” diyor Ömer:
“ İlerleyen günlerde köylü,
Profesörden dağdaki her bir otun bir derde çare olduğunu öğrenir.
Bir gece aradıklarına yaklaşmak
üzereler.”
Anlatılanları can kulağıyla
dinleyen Mitad, “hadi anlat anlat, neden duruyorsun?” diye orta yaşlı
arkadaşını tahrik ediyor.
“Dedim ya, bir gece aradıklarına
yaklaşmak üzereler. Adamın define için her kazma vuruşu, vuslata
yaklaşıyorlarmış duygusunu taşıyor Profesörde. Profesör, adamın başında
bekleyen bir asker gibidir sanki.
Bir anıt gibi.
Acı bir fotoğraf gibi.
Hisleri karma karışık.
Belindekini arasıra yokluyor
Metrelerce kazdılar. Görünen iri
bir taş. Kazma, her vuruluşunda gerisingeri geliyor.
Anıt mezar olsa gerek.
Ağaç manila. Anıt mezarın kapağı
ağaç manila yardımıyla açılabilir düşüncesindeler ikisi de.
Lahitin kapağı.
‘İşte eski bir uygarlık.
Aradığımızı buluyoruz. Belli bir uygarlık, zengin bir ulusun ileri gelenleri
için yapılan lahitlerden biri bu?’
Profesörün düşünceleri karmakarış.
Kapak ağır mı ağır.
Açıyorlar.
Kapak yana yatıyor.
Kemikler… Antik eşyalar arasına
saklanmış müthiş güzellikte bir yuvarlak.
Altından bir top. Taştan su
kapları. Altınlar, gümüşler, paralar ve bilezikler.
Köylü adam eline altın küreyi
alıyor. Özenle tutuyor. Bir top büyüklüğünde, ya da orta bir karpuz
büyüklüğündeki altın yuvarlak her ikisinin de başını döndürecek kadar güzel.
Müthiş bir şey bu. ‘Aradığımızı
bulduk.’diye düşünüyor profesör yeniden.
‘Bana ver!’diyor yaşlı adam.
Elini küreye uzatıyor.
İşçi adam iki eliyle sıkıca
tuttuğu küreyi yaşlı adama uzatıyor. Zoraki bir uzatış bu. Vermese miydi acaba?
`Altmış köşeli, altmışgen.’ diye
mırıldanıyor yaşlı adam göğsüne bastırdığı küre için.
Üzerinde, her köşesine işlenen
resimler aynı kadına ait. 60 yaşında ölen kraliçenin çocukluğunu, genç
kızlığını, evliliğini ve orta yaşlılık halini temsil eden resimler bunlar.
------------
Ömer, anlaşılmayan bir nedenle
anlatmasını bırakıyor.
Hüzünlü.
Az önceki sevincini aramak beyhude
gözlerinde.
Somurtmasından belli.
Bakışları bir noktaya.
Gözleri nemli gibi.
Çevresinde acı bir hüzün dolaşıyor
sanki.
‘Bu küre neden benim olmadı? Ya da
neden öyle bir antik eser bulamadım şimdiye kadar? Senelerden beri bu işlerle
uğraşırım ama bulamadım işte!’
Define kendininmiş de, ya da kendi
eski çağlarda yaşayan biriymiş de… Adamların küreyi almalarına hayıflanmıştı
bir kere.
“Hadi anlat! Diyor Mitad,
heyecanlı oluyor.”
"Altın küre profesördedir. Diye
devam ediyor anlatmasına.
Yürüyorlar.
Köylü önde, yaşlı adam arkada.
Nedendir, bilinmez saldırmak için arkadaki fırsat kollamaktadır.
Ayağına takılan taştan sonra köylü
tökezler. Düşmemek için sağa sola yalpalar. Yaşlı Ermeni saldırır. Saldırı
aleti: Yine bir kazıda elde ettikleri antik çağ aletidir. Kama.
Kama, tökezleyen adamın bacağına
saplanır.
Kamayı adamın bacağında bırakan
Ermeni, yerde yuvarlanan altın küre ile kaçar.
...................
Gökten vuran ay, yaşlı Ermeni’nin
gölgesini büyütüyor, karanlıkta kalan yüzünü aydınlatıyor. Bir telaştır,
korkudur vücudunu bürüyor. Karanlıkta acım daha az olur düşüncesiyle kendini
ağaçların duldasına atıyor. Rüzgârın sesine uyarlanan içindeki heyecan artıyor.
Korkusu, taki yayla evlerinden sabahın müjdecisi horozların seslerine kadar
sürüyor.”
-----------------------------------------------------------
-----------------------------------------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder