27 Aralık 2014 Cumartesi

* DOĞAN'IN ÖYKÜSÜ 1

Gezmek, tozmak, eğlenmek, dahası pikniğe gitmek, sevdikleriyle karşılıklı oturup çay içmek gibi kaygısı olmayan bu adam, o günün gelmesini iple çekiyor, içinde bulunduğu günün sonunu arzuluyordu.

Yaşı kırklara ulaşan adamın duruşu, yaşamın önümüze koyduğu takoz gibiydi. İleri, geri…. Ama ayakları hep geri götürdü onu.

Günler geldi, geçti. Hayatın güçlüğünü oyun gibi bildi, anlamadı. Gün oldu en küçük çocukla oyun oynadı. Oyun sonunda hep yenildi. Çocukları sırtında taşıyan oldu. Çocuklar onun saflığını anladılar, meczupluğunu bildiler. Sokakta çevirdiler, ayıp yerine baktılar. Caddede çevirdiler, dövdüler. Haşeri çocuklar onun ağlamasından zevk aldılar, dana gibi bağırttırdılar onu.

Kendine bir sığınak aradı. Merhamet kapısı: Hastane. Geceleri de nöbet bekleyebilirdi artık. Merhametli personelin verdiği üç/beş kuruş onun için maaştı. Maaş almanın belli bir kuralı var. Aybaşlarında alınır maaş. Onun için geçerli değil bu kural. En azından haftada bir alınır maaş. Buna bir de kutsal gün ve geceler eklenirse, bu sayı daha da artar. Personel maaş alırken vezne önünden ayrılmamalı. Ayrılmamalı, çünkü kendine para verirler. En çok da hemşireler veriyor para. Asaletli, görgülü bir adam: Tam bir baba. Başhekim: Halit Bey. Personele maaş veren kişi odur. Ama kendine neden az veriyor? Veriyor ama yine de Doğan’ı unutumuyor? Az da olsa düzenli veriyor.

*

Bir gün Ökkeş Beyin kapısını açık gördü. Hem sigarasını, hem de maaşını aldı.

En bakımsız, en mutsuz haliyle, en düzensiz günleri yaşadığı sanılan Doğan, aralarında sıkı bir dostluk bağının var olduğunu sandığı odacıya yaklaştı. Yazın en sıcak günlerinde bile çıkarmadığı ceketine hiç de uymayan biçimsiz kıravatını düzeltmeden önce, bir bakıcıdan aldığı kesin, ucuz sigarasını çıkardı. Sigara ağzında Memur D. den ateş istedi. Memur, çakmak elinde Doğan’ın sigarasını yakmak için bekledi. Doğan, bu saygın harekete bir türlü yanaşmadı. Memurdan çakmağı almak istemesi belli ki geri vermemek içindi.

Odacı, Doğan’ı kenara çekti ve ceketinin sarkık ceplerinden birine elini soktu. Cebe boş giren el bozuk paralarla çıktı. Sonra cebinden çıkardığı parayı verdi. “Tümledim.” dedi Doğan’a.

Doğan’ın avuç dolusu madeni paralarına karşı, değersiz bir banknot.


*

“Ama nazik olmalıyım, ama kibar…” Doğan böyle düşünemese de, buna yakın olanlar vardı kafasında. Konuşamıyor ama kafasında buna benzer olanlar vardı işte. Kişi onun mırıltısından demek istediğini anlıyordu.

Erkenden kalkmalıydı. Kalkmalıydı, çünkü yapılacak işleri vardı. Resmi olmayan işlerdi bunlar. Dahası önemsiz olanlardı, ama bunu Doğan’a anlatmak imkânsız. Hayır, o kendini hep resmi gördü. Bazı personelle birlikte sınava girmişti de, kazanan yalnız Doğan olmuştu, yalancıktan yapılan bu sınav sonucu ilkin hizmetli olmuş, aylarca yaptığı paspas sonucu temizlemediği yer kalmamıştı. İşin ağırlığını sezmiş de odacı başına itiraz etmiş, yeni görevi, Dr. Katya’nın odasının temizliği olmuştu.

Her gün Dr. Ablasından önce geldi, temizledi. Sonra gitti, temizledi. Yıllarca başarı ile sürdürdüğü bu işin sonu gelmişti artık.

Artık gereksiz işlerle uğraşamazdı. Çok daha önemli görev alacaktı yarınki sınav sonunda. Çaycı olacaktı. Onun gönlünde yatan buydu (bu idi). Çaycılıktan daha büyük unvan yoktu. Evet, yoktu, bunu herkes biliyordu. Elini soğuktan sıcağa vurmayacaktı. Oturacak ve sağa sola emirler, talimatlar yağdıracaktı. Çünkü birçok yardımcısı olacaktı. Birçok kişinin elinden çekeceği vardı. Hele kendisiyle uğraşanlar yok mu? Asıl onların çekeceği vardı. Onlara çay bile yoktu. (Kendini döven odacı geldi aklına. Ayıp yerini sıkması sonrası dana gibi bağırttıran bayan memur da. O gün, öğle istirahatinde, personel yemekte idi. Ama o değil. Kendini kimin bağırttığını biliyordu. Şimdiye kadar bu olayı bir sır gibi sakladı. Sanki mahrem bir macera? Bayan bir memur, bir meczubun neden canını acıtacak ki! Neden bu yola başvurur ki? Merak?) Hele bir kazansın sınavı. Kazanırdı. Kazanacağını çok iyi biliyordu. Çünkü baba dediği başhekim söz vermişti. Gözünde, ne memurluk, ne şeflik, ne doktorluk ne de müdürlük vardı. Onlar küçük şeylerdi. Gereksiz olanı, gerekli olana tercih edemezdi. Yapmadığı, yaptığından daha elzemdi.


Sanki böyle bir olay olmamıştı.

Doğan, kanlı incirlere basmadı.


Saldırıyor sanıldığı hemşire memnun. Gözleri, Doğan’ın parmak kalınlığındaki alın damarlarında. Doğan’a borcu varmış gibi bakıyor.

-----------------------------------------------------------

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder