Gezmek, tozmak, eğlenmek, dahası
pikniğe gitmek, sevdikleriyle karşılıklı oturup çay içmek gibi kaygısı olmayan
bu adam, o günün gelmesini iple çekiyor, içinde bulunduğu günün sonunu
arzuluyordu.
Yaşı kırklara ulaşan adamın
duruşu, yaşamın önümüze koyduğu takoz gibiydi. İleri, geri…. Ama ayakları hep
geri götürdü onu.
Günler geldi, geçti. Hayatın
güçlüğünü oyun gibi bildi, anlamadı. Gün oldu en küçük çocukla oyun oynadı.
Oyun sonunda hep yenildi. Çocukları sırtında taşıyan oldu. Çocuklar onun
saflığını anladılar, meczupluğunu bildiler. Sokakta çevirdiler, ayıp yerine
baktılar. Caddede çevirdiler, dövdüler. Haşeri çocuklar onun ağlamasından zevk
aldılar, dana gibi bağırttırdılar onu.
Kendine bir sığınak aradı.
Merhamet kapısı: Hastane. Geceleri de nöbet bekleyebilirdi artık. Merhametli
personelin verdiği üç/beş kuruş onun için maaştı. Maaş almanın belli bir kuralı
var. Aybaşlarında alınır maaş. Onun için geçerli değil bu kural. En azından haftada
bir alınır maaş. Buna bir de kutsal gün ve geceler eklenirse, bu sayı daha da
artar. Personel maaş alırken vezne önünden ayrılmamalı. Ayrılmamalı, çünkü
kendine para verirler. En çok da hemşireler veriyor para. Asaletli, görgülü bir
adam: Tam bir baba. Başhekim: Halit Bey. Personele maaş veren kişi odur. Ama
kendine neden az veriyor? Veriyor ama yine de Doğan’ı unutumuyor? Az da olsa
düzenli veriyor.
*
Bir gün Ökkeş Beyin kapısını açık
gördü. Hem sigarasını, hem de maaşını aldı.
En bakımsız, en mutsuz haliyle, en
düzensiz günleri yaşadığı sanılan Doğan, aralarında sıkı bir dostluk bağının
var olduğunu sandığı odacıya yaklaştı. Yazın en sıcak günlerinde bile
çıkarmadığı ceketine hiç de uymayan biçimsiz kıravatını düzeltmeden önce, bir
bakıcıdan aldığı kesin, ucuz sigarasını çıkardı. Sigara ağzında Memur D. den
ateş istedi. Memur, çakmak elinde Doğan’ın sigarasını yakmak için bekledi.
Doğan, bu saygın harekete bir türlü yanaşmadı. Memurdan çakmağı almak istemesi
belli ki geri vermemek içindi.
Odacı, Doğan’ı kenara çekti ve
ceketinin sarkık ceplerinden birine elini soktu. Cebe boş giren el bozuk
paralarla çıktı. Sonra cebinden çıkardığı parayı verdi. “Tümledim.” dedi
Doğan’a.
Doğan’ın avuç dolusu madeni
paralarına karşı, değersiz bir banknot.
*
“Ama nazik olmalıyım, ama kibar…”
Doğan böyle düşünemese de, buna yakın olanlar vardı kafasında. Konuşamıyor ama
kafasında buna benzer olanlar vardı işte. Kişi onun mırıltısından demek
istediğini anlıyordu.
Erkenden kalkmalıydı. Kalkmalıydı,
çünkü yapılacak işleri vardı. Resmi olmayan işlerdi bunlar. Dahası önemsiz
olanlardı, ama bunu Doğan’a anlatmak imkânsız. Hayır, o kendini hep resmi
gördü. Bazı personelle birlikte sınava girmişti de, kazanan yalnız Doğan
olmuştu, yalancıktan yapılan bu sınav sonucu ilkin hizmetli olmuş, aylarca
yaptığı paspas sonucu temizlemediği yer kalmamıştı. İşin ağırlığını sezmiş de odacı
başına itiraz etmiş, yeni görevi, Dr. Katya’nın odasının temizliği olmuştu.
Her gün Dr. Ablasından önce geldi,
temizledi. Sonra gitti, temizledi. Yıllarca başarı ile sürdürdüğü bu işin sonu
gelmişti artık.
Artık gereksiz işlerle uğraşamazdı.
Çok daha önemli görev alacaktı yarınki sınav sonunda. Çaycı olacaktı. Onun
gönlünde yatan buydu (bu idi). Çaycılıktan daha büyük unvan yoktu. Evet, yoktu,
bunu herkes biliyordu. Elini soğuktan sıcağa vurmayacaktı. Oturacak ve sağa
sola emirler, talimatlar yağdıracaktı. Çünkü birçok yardımcısı olacaktı. Birçok
kişinin elinden çekeceği vardı. Hele kendisiyle uğraşanlar yok mu? Asıl onların
çekeceği vardı. Onlara çay bile yoktu. (Kendini döven odacı geldi aklına. Ayıp
yerini sıkması sonrası dana gibi bağırttıran bayan memur da. O gün, öğle
istirahatinde, personel yemekte idi. Ama o değil. Kendini kimin bağırttığını
biliyordu. Şimdiye kadar bu olayı bir sır gibi sakladı. Sanki mahrem bir
macera? Bayan bir memur, bir meczubun neden canını acıtacak ki! Neden bu yola
başvurur ki? Merak?) Hele bir kazansın sınavı. Kazanırdı. Kazanacağını çok iyi
biliyordu. Çünkü baba dediği başhekim söz vermişti. Gözünde, ne memurluk, ne
şeflik, ne doktorluk ne de müdürlük vardı. Onlar küçük şeylerdi. Gereksiz
olanı, gerekli olana tercih edemezdi. Yapmadığı, yaptığından daha elzemdi.
Sanki böyle bir olay olmamıştı.
Doğan, kanlı incirlere basmadı.
Saldırıyor sanıldığı hemşire
memnun. Gözleri, Doğan’ın parmak kalınlığındaki alın damarlarında. Doğan’a
borcu varmış gibi bakıyor.
-----------------------------------------------------------
-----------------------------------------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder