Aslında gereksizdi, hem
düşündükleri, hem söyledikleri.
Bir saate yakın, otobüs bekleyen
memurla, istemdışı olsa da göz göze geldiler:
"Sen beklediysen ben
beklemedim mi?" dedi memura.
"Size beklemediniz demedim
ki!"
Bu defa da; `ne o bakmalar?` diye
söylendi.
Sözleri, öyle uzaklara gidecek kadar
çıkmamıştı ağzından. Yani, yanındaki duyacak kadardı. Oysa adam, beş adım kadar
ilerisindeydi. Yalnızca bir mırıltıydı duydukları.
Adamın karşılık vermemesine
sinirlenen kadın;
`Ne o sırıtmalar, ne o işmarlar?`
diye söylendi.
Bu defa, daha anlaşılırdı
söyledikleri.
Şimdi duymuştu. Duymuş ve
anlamıştı genç kadının dediklerini.
"İşmar ettiğim yok.
Gülümsemem de sana değil," dedi.
Durup dururken böyle düşünmek ve
böyle demekle onun bunun kalbini kırmak nedendi? Neden öyle dedi memura? Önce
düşündü ve sonra dedi; `ne kadar işmar etsen de sana kur yapacak, pas verecek
değilim. Seninle ortak yanımız yok. Şöyle bir baksana; tipim misin benim?`
Gereksiz olan; genç kadının böyle
düşünmesiydi ve homurdanmasıydı. Evet, gereksiz olan bu kelimelerdi. Adam duymasa
da gereksiz olanı yapmıştı. Kendi de pişmandı ve tedirgindi. Tedirgin olduğunu,
otobüse binerken gerisine dönüp genç adama bakarken ki tavırlarından anlamak
mümkündü.
Adam, önce yanına oturmak istemedi
ama boş yer yoktu. Oturdu. Oysa önce yaşlı kadın o boş koltuğa oturmak
isteyince, hem muavin, hem de şoför müdahale etmişler:
"Rezervasyon yapıldı."
demişlerdi.
Ne bilsin rezervasyonu
mezarvasyonu yaşlı kadın. Sanırım, `tehlikeli` anlamına geldiğini anlamış ve sükût
etmişti.
Otobüsün genç muavinine gizlice
baktı kadın.
Şimdi av muavindi. Sıra
muavindeydi. Önceden tanıştıkları, ama arkadaşlıklarının ilerilere gitmediği
belliydi.
"Seni, dedi muavin, Kemal
beye şikâyet etmişler."
Erkek böyle derken, kadının
konuşması için konu aradığı belli oluyordu.
Soluyarak konuşmasından belli idi
söyleyecekleri.
Yani, kadını konuşturmak istemesi.
Genç kadın önce çevresine baktı.
İnsanları ilgilenmiyor görünce muavine döndü ve gülümsedi.
Acaba, göz kırpma var mıydı bu
hareketinde?
(`Vardı yahut yoktu,` demek olmaz.
Olmaz çünkü böyle bir hareket yakalayamamıştım. )
"Öyle dedi, öyle ya, ondan
gereksiz adam tanımıyorum. İnsanların en gereksizi."
Bunları genç kadın söyledi. Kadın,
bu sözleri arkadaşım dediği adam için söyledi.
Hayır, öyle demedi, gereksiz kelimesi
doğru ama insanların "en"
i diye vurgu yapmadı.
"İşte telefon dedi muavin
kadına. Kemal bey hatta. Seninle konuşmak istiyor. Gereksiz, dediğini
anlattım."
Sonra telefonu kadına verdi
muavin. Durum değişti. Kadın, sarardı ve morardı. "Kemal`ciğim dedi, sana
öyle der miyim? Ben yanlış anladım. Sen kim, gereksiz olan kim?" dedi
kadın.
*
Maraş bana 3 numara küçük geliyor,
dedi. Ya da Maraş bana yetişemiyor, dedi. İşte böyle bir şeydi söyledikleri.
Durup dururken bu cümlenin ne anlamı vardı? (Maksadını biliyorum. Biliyorum ya,
yanlış anlaşılmaktan korktuğum için söylemem.) Neden söyledi bu sözleri?
Herhalde otobüs Maraş’a yaklaştığı içindi.
Yakışıklı muavin sordu:
"Evet dedi, (yakışıklı gencin
daha söyleyecekleri bitmeden) Antep te öyle."
Muavin; `öyle mi?` dercesine
baktı.
"Yıllardan beri Adana`da
yaşarım, dedi kadın. Evet, dediklerin doğru, Maraş`ın çocuğuyum, inkâr
etmiyorum. Çocukluğumun şehri olarak kaldı. Beni taşıyamayacağını anlayınca
ayrıldım. Yıllardan beri gelmiyordum. Görmediklerim var, hasret gidereceğim.
Biliyor musunuz ben deniz sezonunu açalı aylar oldu."
"Ben de her gün denize
giderim dedi muavin. Her gün Mersin`deyim, günde bir saatim denize
ayarlı."
*
"Yirmi yaşındayım," dedi
kadın.
Kendine yaşını soran olmadı ki!
Yirmi yaşındayım sözü beni kadına
baktırdı.
"Hayır, dedi genç adam,
olamaz, değilsin."
Böyle derken de gülümsüyor.
Sanırım bu itiraz genç kadını gücendirmedi.
Şaşkınlık içindeyiz. O sözü bana
bile abes geldi. Ben de en az 30 yaşında olduğunu düşünüyordum.
Kimlik çıkarıyor. Kimliğini genç
adama uzatıyor. Tavırlarında, bir yumuşama, bir ikna etme belirtisi var.
Daha geçen seneye kadar ufacıktım.
Ufacık bir kız. Ufak tefektim. Birdenbire oldu büyümem. Senenin başında
şişmanladım. İri bir kız. 71 kilo oldumdu. Şimdi 61 kilo.
*
Çantasını açıyor. Makyaj tazeleme
yapacağı belli.
*
Araba durdu.
Binenler iki kişiydiler.
Otobüsün durması onu pek fazla
etkilemedi. Belki farkına bile varmadı. Bulüzünü geri attı. Boynunun ve omzunun
iyice açılmasını sağladı.
Şimdi de `kur`u yeni binenlere idi.
Yanı başına bıraktığı sakızı
yeniden aldı. Yaptığı bir baloncuk değil de kocaman bir balondu.
Sonra sere serpe koltuğa uzandı.
Bir hoş oldum. Hep ona baktılar.
Baksınlar.
Aldırış etmedi. Belki, bakışlardan
hoşnut oldu. Kocaman bir mutlanmanın bedenini sardığı gözlerinin gülmesinden
belliydi. Mutlanmanın verdiği şevkle yüzü ışıldadı. Bakışlara, gülümseme ile
karşılık verdi. Her bakış sahibine `gel gel`edişi vardı sanki.
Orhan Veli`nin o şiiri ve şiirdeki
anlatılanlar aklıma geldi. "O kadar da olmaz ki."
Bir de banim o şiirim: "Oğlum
Hasan sakın annene söyleme!"
O zamanlar küçücüktü Hasan.
Kahvehaneye mi gitmiştim? Yoksa yasal olmayan bir şeyden sonra mı yazmıştım o
şiiri?
*
Kaçıncı kereydi ayna tarakla
oynaması?
Biz öndeyiz, dedi bir yaşlı adam
bana. Daha bizden geride 40 kişi var. İşte o 40 kişi bu olaydan mahrum.
"Mahrum" kelimesinin,
adamın ağzından çıkışı bana alayvari geldi. Ama doğrusu da buydu.
*
Bir tünel geçiyoruz. Sonra uzun
bir tünel daha. Ve son tünelden sonra yağmur başlıyor. Önce arabanın camını bir
güzel dövdü yağmur. Bir serçe kuşu arabanın hızına dayanamadı. Yere düşüşü
acıklıydı. Bir sinek aynısını yapmak isteyince yanı başımdaki ihtiyar
samurdandı:
"Serçe
bile geçemedi, değil sen."
-----------------------------------------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder