Enik gözlerini yumup açınca
meydanda sayısı binlerle ifade edilebilecek kalabalıktan eser olmadığını gördü.
“Ne oldu? Bir göz kapatıp açıncaya
kadar nereye gitti bunlar?”
Islanmıştı. ‘Bir taşın kovuğu beni
gizleyebilir’ diye düşündü.
Kurşuni bir bulut alanın üzerine
indi, ortalık karardı. Şimşekler çıkarıp yıldırımlar düşüren yağmur, onu
umutsuzluğa düşürdü, korkuttu. Gözlerini yeniden kapadı ve açtı. Şimdi meydan
cıvıl cıvıldı. Korkusu, özellikle de aç kalma korkusu boşunaydı.
Faaliyetteki karıncaların ayakları
altında açtıkları yollara baktı. Baktı ama neden bastığı yer sallanır gibi
geldi. Hayır, genç karınca ayağını ısırmıştı. Ayağını kaldırdı, karıncayı
ezecek oldu. Neden sonra; “gençliğine bağışlıyorum.” dedi ve ayağını indirdi.
Vazgeçti. Bir karınca diğerlerine sürekli eziyet ediyordu. ‘Bu karınca dişi ve
kıraliçe olmalı,’ diye düşündü. ‘Hem çalışma, hem de çalışanlara eziyet et!’
‘Burayı terk etmeliyim,’dedi’
korku başlayacakmış gibi geliyor.’
“Şunun farkındayım: Olayları
apaçık bir şekilde algılayabilme yetim yok. Bunu insan olmamama bağlıyorum.
Sorumlu olarak annemi bilirim. Kişiliğinden verdiği tavizler neticesinde
geldiğimiz nokta, bu. Zevk ve şehveti neticesinde oluşan bu durum, ömrümüzce…
Leşimiz bir çukurda çürüyünceye kadar sürecek. Annem bir korkak, hep onu bunu
kıskanır durur. Kimin kuyusunu kazmadı ki. Cesur bir defa ölür kurtulur, korkak
için her gün ölüm vardır.
“Hem dört ayağının üzerinde sürün
hem de insanlar seni hor görsünler. Kendimizi bildik bileli nereye olduğunu
bilmediğimiz bir yönelime doğru yol almaktayız.
“İnsanlardan ayrılan özelliğimiz;
dövüşmek için bir araya gelmemizdir. Başka bir araya gelişler de varmış ama
annem bize yalnızca bunu öğretti. Birlikte olmayı hep sevdim ama…
Özlediklerimin ilki de budur. Yemeğimizi ve içeceğimizi başkası ile paylaşalım.
Zaten bulunan bir leş sorun olarak karşımıza çıkar. Paylaşmayı bilemeyiz. Leş,
güçlü olanındır. Açıkçası, leş yeme kültürümüz bile henüz oluşmamıştır.
Ana köpek parkta bir köpek gördü.
Yaklaşmakta önce tereddüt ettiyse de, adımları ona doğru gitti.
Tam istediğim gibi bir it, diye
geçirdi içinden.
Sahipsiz olmamalı.
Masadaki bay ve hanımına baktı.
İki kız çocuğu oynuyordu.
‘Böyle anlarda boşlukta hissettim
kendimi. Yine aynı duygu var. ’
Köpeğe yaklaştı.
Boştu.
Olmaması gerekir diye geçirdi
içinden.
Önce tasmasından başladı yalamaya.
Kokladı ve birçok yerini yaladı.
Şimdi, yaşadığını anladı.
Yaşam dedikleri bu olsa gerek diye
düşündü.
‘Geleceğe atılan mutlu adımın
gizleri var bu köpekte. Tüyleri temiz. Her bir yeri temiz.
Soludu.
Bir köpek bir köpekle buluşunca ne
yaparsa kendi de bu erkek köpeğe aynısını yaptı.
Masadaki adam köpeklere yöneldi.
Neden sonra onları - oynaşmaları belki adamı caydırdı- ayırmaktan vazgeçti.
Seyretmekle yetindi.
Ana köpek, bir ağacın arkasına
kaçtı. Maksadı tasmalı köpeğin gelmesini sağlamaktı.
Önceden tahrik edilen köpek
üzerinde biriken utanmışlığı açık alanda bırakarak gelmişti.
Bir başkasının bozgunculuk
yapmasını istemiyordu.
‘Bizi seyrediyorlar,
birlikteliğimizi kıskanıyorlar.’ diye düşünüyordu. Düşünüyordu ya, onlardan ne
utanıyor ne de korkuyordu.
Bir ara kendini tasmalı köpeğin
yerine koydu. Sahibi hiç de yabancı değildi. Yıllar öncesini hatırladı. Bu adam
komşularıydı. O zamanlar bir devlet dairesinde görevli biriydi. Bu adama ruhunu
vermişti. Şimdi adamla ruhları ayrı değildi. Doğrusu ayrı olmaması gerek. Bozuk
kişilikli bir adam.
Köpekler arasındaki muhabbet, her
nedense yabancı köpeğin çabalarıyla dövüşe dönüştü. Küçük çaplı dövüşün git git
artacağını tahmin eden bozuk kişilikli adam, sesini onların sesine benzeterek
uludu. Sonra üzerlerine atıldı. Tasmalı köpeği (kendi köpeğini) iterek, yabancı
köpeğin birçok yerinden ısırdı. Köpek inledi. Kaçmak istedi ama nafile. Adam,
rakibinin üzerine boylu boyunca kapandı. Uzun boğuşmada ayağı incinen köpek
adamın burnunu ısırdı da kurtuldu. Boğuşmada omuriliği zedelenen adam
sendeledi, rakibinin üzerine yeniden atıldı ama kendini süs için dizilen
taşları kucaklıyor buldu. Kalkamadı. Kalkamadı çünkü içinde maden ocağı
derinliğinde bir oyuk olduğunu sandı.
Şimdi köpek, iri ve kirli tüyleri
ile bir sütun gibi adamın karşısında durmuş, hareketsiz adama bakıyordu. Adam,
köpek ile yeniden kucaklaşmayı düşledi. Onu hışımla öpmek, yakalamak ve ısırmak
geçti içinden.
Yel, köpeğin iri tüylerini ekin
başağı gibi baştan kuyruğuna doğru taradı. Adamın gözleri kapandı. Kapandı,
çünkü en fazla hoşlandığı birkaç andan birini yakalamıştı. Elini tüyler
arasında gezdirdi. Kısa ve çirkin parmaklar tüyleri okşadı.
Işıldayan gözleri adama gel gel
ediyordu.
‘Yeni bir dönemin başlangıcı bu’,
diye geçirdi içinden, ‘kışın bile dökülmez bu tüyler.’ Köpeğin kirli ve uzun
tüyleri değince kalbi çarptı. Binlerce yıl geriye giderek, uygarlık savaşında
olduğunu, savaşan erlerin bir bir öldüğünü, kendinin son er olduğunu düşünerek
köpeği kucakladı. Ağzı köpürdü ve salyası boşandı.
“Zamane” diye bağırdı bir yaşlı
kadın. ‘Dostlar’ diye haykırdı sonra.
“Taş olsaydık da bunları
görmeseydik” diye seslendi bir ihtiyar.
Adam, kanlı elini küçük kızına
uzattı. Kız kaçtı. “Babadan kaçılır mı?” dedi adam.
Sonra karısına döndü.
“Lanet olsun sana. Sapık. Mikrop.”
dedi karısı.
Güneş cılız ışıklarını ağaçların
arasından uzattı. Rüzgâr bir tutam acı gibi esti.
“Mikrop” diye haykırdı karısı.
Kızını kendine çekti. Veba mikrobu. Yıllarca memuriyetinde boş durmadı. Hep
onun bunun kuyusunu kazdı… Onu bunu kıskandı. İstediği baltaya sap olamamanın
acısı böyle oldu.
“Yaklaşma. Lanet olsun sana.”
*
NOT: Gerçek yaşamdan alınan bu
öykünün adı: İT ve Enikleri idi. Musa’nın haklı ısrarı neticesinde, Köpek ve
Adam şeklini aldı.
-----------------------------------------------------------
-----------------------------------------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder