Çay ocağı ve yaşlı adam…
Bana hacı diye hitap etmesi yok
mu…? İşte bu kelime yıktı beni. Bu adam benim hacı olduğumu, ya da olacağımı ne
biliyordu?
Döndüm ve adamı karşımda buldum.
Burun buruna derler ya, işte öyle. Gülümsüyor. İlk bakışta, `kim bu adam?` diye
düşündüm. Beni tanıması gerekir, yoksa durduk yerde, hak etmediğim ama hak
etmek üzere olduğum sıfatımı nereden bilecek ve ne diye kullanacak?
Adamı tanımıyordum, nereden
tanıyacağım, görmediğim bir sima ile karşı karşıyayım.
`Beni tanıyor musun?` dedim.
Dedim ama nafile. Beni nereden ve
nasıl tanıyacaktı?
Uydurmuş olabilir. En iyi
varsayım; tahmin etmiş, olabilir.
El işaretiyle yanına oturmamı
söyledi.
`O insanlar gibi olma, dedi.`
`Hangi insanlardan söz ediyor bu
adam,` diye düşündüm.
`O, insanlar nasılmış ki! O,
insanlar sözü ile kimi kastediyordu?`
`Nasıl olmalı imişim? `
Adamın kasdebileceği, ‘o
insanlar'ı ’ yeniden iyice düşününce, ‘demek ki bana o insanların hikâyesini
anlatacak,’ diye geçirdim içimden.
Öyle de oldu,
Anlattı.
`Bu günden daha soğuktu, diye
başladı, kadının elinde yetim oğlu vardı, dedi sonra adam. Bezirgâna uğradı.
Kapıdan çekine çekine giriyordu.
Girmese miydi acaba!
Girdi, girdi ya, girdiğine pişman
oldu mu? Hayır olmadı. Belki kendini azarlanma, aşağılanma neticesinde suçlu
hissetti ama başka da yapacağı yoktu.
Düşündü ve böyle yapmasının en
uygun yol olduğunu bildi.
‘Her bir şeyimi anlatmalıyım,
halim onlarca biline ki, benden sorumluluk gitsin, hesaplaşmada (ahireti kastediyordu)
alacaklı duruma geçebileyim…’ Buna benzer ama bununla sınırlı olmayan şeyleri
düşündü.
‘Her zamanki haliniz sizin dedi bezirgân.
Bunları her gün defalarca duyarız dedi çırağı.’
`Bir de mübarek günleri
kullanırlar,` diye söylendi bezirgân.
Kadın utangaç:
‘Benim için değil, şu yetim için
bayramlık istiyorum. Kaç gündür ağlıyor yetim. Yaklaşan bayramı öne sürerek
yapmıyorum, bu biline,’ dedi.
Başka dükkâna, başka bezirgâna
uğradı, aynı kelimeleri sarfetti. ‘İleride borcumu öderim,’ dedi. Dehasını da
dedi; yani şunu dedi; `ya ödeyemezsem, ödeyemezsem işte o zaman sizin infakınız
devreye girer,` dedi. Demeseydi bile bu gayet samimi itiraf sonrası kadının
dilenci olmadığı açıkça belli oluyordu, anlayan için.
Karşıda birinin gözetimindeler. Bu
dükkan Ermeniye ait…. Ermeni’nin ilgisini çeken kadın ve çocuğu sürekli
Ermeni’nin takibinde.
`Gelin, buyurun,` diyor şişman
adam.
`Çok nazik,` diye geçiriyor
içinden kadın.
Girmek istemiyor. Zorunlu olarak
girmeli, başka çaresi yok. Ama yine de, adımları götürse de, içindeki güdü girmemekten yana.
Kadının çocuğu, kadını dükkâna
çekti, girmesi için de kadını zorladı.
`Ne dedin o iki adama?` dedi
şişman bezirgân.
Sana ne bundan mı deseydi kadın?
Belki doğru olan da bu idi ama demedi işte.
`Hele geliniz,` dedi.
Oğlu oturdu bile.
Kadın, ’bir bezirgân benim içeri
girmemi talep ediyor, hem de ayrı milletten biri. Nasıl yaparım bunu,` diye
düşündü.
Düşündü ama başka da çaresi
olmadığından girdi.
`Ne diyecek acaba?`
‘Ne istediniz komşulardan?’ oldu
ilk sözü şişman adamın.
Kadın, ‘olmaz olsun öyle
komşuların, ‘ diyecek oldu, ama bu cümle düşüncelerinde kaldı.
Kadın ve oğlunun meramını anlayan
tecrübeli bezirgân diyalogu daha da uzatmanın anlamsızlığını düşündü. Kadın ve
oğluna oturmalarını işaret etti.
Kadın, olanlara bir anlam veremiyordu.
Bezirgânın metreyi alıp, raflara yönelmesi, kadını şimdiye kadar ki
düşüncelerinin ötesinde, yeni bir düşünceye itti: ‘Demek yetimimin bayramlığı
Ermeni’nin infakı ile olacak?’
Ermeni 1. Topu indirdi. İki
elbiselik kadına, iki oğluna.
Çocuğun, elini kumaşın üzerinde
gezdirmesi, kadının bakışlarının kesilen elbiselikler üzerinde şekillenmesi,
Ermeni bezirgâna ömrü boyunca göremediği bir mutluluk verdi.
2. Topu indirdi. Bu defa önce
yetime, arakasından kadına kesti. Neden sonradan aklına geldi? Birer elbiselik
daha kesmeli idi?
Ermeni, kadına nazikçe konuşmak
istedi: 'Şu top ta satılmayan cinsten.' demeliydi. Hayır, böyle konuşulmaz ki,
diye düşündü arkasından. Şöyle demeliydi; ` demode olan cinsten.` Ama neden
öyle konuştu?
Kadın topu görünce: 'Ne
güzelmiş,'diye söylendi.
Ermeni, kadının söylediklerini
duydu.
`Öyle ise topun hepsi senin. Biraz
demode ama güzel bir kumaş.`
‘Ne yapmalıyım, yeterince, bana ve
oğluma yardımcı oldun, istemem bunu.’
‘Hayır, hepsi senin. Yatağına yüz,
yorganına kılıf yaparsın.’
Kadının koltuğundaki iki paketten
birini çocuk kaptı. Liseli kızların kitabını döşüne alması gibi, göğsüne sıkıca
bastırdı. Sanki tekrar alacaklarmış endişesini taşıyarak iyice sıkıştırdı,
sakladı.
Beklemediği, ummadığı olaylar karşısında
donakalan kadının gözleri bir noktada ve hareketsizdi.
`Gidebilirsiniz artık,` dedi
şişman adam.
Çocuk, annenin elindeki diğer
pakete saldırdı. Her şeyi kendisinin taşıması gerekliliğini düşünmeden öte,
annesinden alacaklarmış gibi geliyordu.
Ermeni, kadın ve oğlunu gözleriyle
takip etti. `Çocuğun neşesine diyecek yok,` diye söylendi.
Kalabalıkta kayboluncaya kadar
baktı.
Gözleri yaşardı.
.
Çocuk, yolda şöyle hayalledi:
Çocuklar, kalabalık adamlar topluluğuna koşuyorlar. En önde de bezirgân.
Gülüyor ve bezirgan amcasına koşuyordu.
Bezirgân amcası şöyle hayalledi:
Çocuklar kendine doğru koşuyorlar. Çocuğun arkasında, mat olmayan kumaş vardı.
Ne de güzel yakışmış, dikilince, diye düşündü.
İçinde bir mutluluk, huzur
hisseden yaşlı bezirgân akşamın habercisi sesi her zamankinden daha başka bir
şekilde dinledi. Ses, daha anlamlıydı sanki…
--------------
Olay, gece, şehrin saygını Hafız
Ali Efendi’ye ayan oldu.
Hafız Ali Efendi rüyasında kadını
gördü. Kadın bu kutsal bilinen adama derdini anlattı. Kadının anlatmalarında,
bir fazlalık yoktu.
......................
Sabah.
Hafız Ali Efendi dükkânları dolaşıyor.
Acaba bildikleri yanlış mıydı?
Ya da yanlış olan yer var mıydı
bildiklerinde?
Acaba...
Kadını ve oğlunu
(hayalinde)karşısına aldı, gördüklerini yeniden tahlil etti.
Kutsal adam, rüyasında gördüğü
kadını (hayalinde) yeniden karşısına getirdi.
Bezirgânlar:
Sabahın körü, erkenden gelmemesi
gerekirdi, ama gelmiş, ne işi var bu saatte? diye düşündü.
`Bir kahve... `
‘Ayağımıza kadar gelmiş kutsal
adam. İkram etmeliyiz, bir kahve…’
`Hayır,` diyor kadına ve yetim
çocuğu için elbise vermeyenlere, kadını azarlayanlara.
2. Dükkânın da önünden geçti.
`Bir kahve, dükkânımızı
şereflendir.`
Ne büyük şerefti Hafız Ali
Efendi’nin dükkânlarına girmesi? Satış artar mıydı? Ne demek o günkü ciro tavan
yapardı. Ama Hoca yüzlerine anlamlı anlamlı baktı sadece.
Ermeni’nin dükkânı önünde duruyor.
`Hafız Ali Efendi, ikram edilen
kahveleri hor gördü de Ermeni’nin dükkânı önünde durdu. Vay anasına, şimdi de
içeri giriyor. Vay anam, şimdi de adamın kahvesini içiyor. Adamla ne hoş bir
sohbette.`
Ve Ermeni, Hafız Ali Efendi’nin
huzurunda.
Şimdi de Hafız Ali Efendi’nin
camisinde abdestini yineliyor, bu ilk abdest neticesi ölüyor.
-----------------------------------------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder